19 Nisan 2009 Pazar
Anlamsız bir yolculuk
Geçtiğimiz haftalarda İzmir'e ailemi ziyaret etmek suretiyle yol alacakken,yolculuk öncesi ritüelimi yerine getirip gazete bayiine daldım...
Puntolar ve kağıdın tek düzeliği nedeniyle kitap okuma seçeneğini hep elemişimdir yolculuklarda,bu yüzden dergi okumak yolun ilk 1-2 saati için bulunmaz bir fırsattı benim için.Hazırcı bir insanımdır,o yüzden dergi silsilesi arasından istediğim şeyi aramak yerine direk satıcıya yöneltirim sorumu,fakat artık her yolculuk öncesi süregelmiş alışverişimizden kaynaklanan göz hafızasından referans alarak,adamın bana attığı tedirgin bakışlar dikkatimi çekti.Bu bakışın anlamını çok iyi biliyordum,ama inanmak istemeyerek bir dogmamı yıktım ve raf raf dizilmiş kağıt yığınları arasında yolculuk ödülümü aramaya başladım.İnanması güçtü,otogara girerken "Acaba kapakta bu ay kim var?" diye aklımı kurcalayan soru,küfürler eşliğinde kara bir endişeye bırakmıştı yerini.Dayanamadım ve sorum:
-Hocam,"Slam" çıkmadı mı daha?
Gözlerini benden çekerek,bir otogar klişesi olan kutu kutu pişmaniyelerinden gözlerini ayırmayarak;
+Maalesef
Bu soruya karşılık en son,geçtiğimiz Ağustos ayında bu cevabı almıştım.O ay da NBA'in ölü sezonu olmasından kaynaklanan ve benim idrak edemediğim bir konuydu,zaten 1 ay sonra çıkan dergi Ağustos-Eylül sayısı olarak adlandırılmıştı.Fakat şimdi,normal sezonun bittiği,eşleşmelerin aşağı yukarı belli olduğu bu sezonun en "sıcak" döneminde bu dergi nasıl olmaz da çıkmazdı?
Kriz diye düşündüm,sonra "Hamdolsun,teğet geçti" diyerek uzaklaştım oralardan.Murat Kosova ve Kaan Kural gibi şövalyeler,gerekirse evini arabasını satar,yine de çıkarırdı bu dergiyi.
Benimle nice yolu paylaşan,tuvalette yeni matbaa kokusuyla alemlere sokan,bana NBA tribinin allahını yaşatan SLAM dergisi Türkiye ayağı bu ay itibariyle kapanmış bulunmakta.Spor dergisi yayıncılığında Galatasaray dergisi ile birlikte en kaliteli bulduğum aylık eserdi kendisi;şu an bu satırları yazarken merhumun çıkan en son sayısının kapağındaki Wade ile bakışıyoruz.Wade daha bir üzgün gözüküyor sanki 1 aydır orda olmasına rağmen.
Tüm Slam Türkiye ailesine yayın hayatı boyunca yaşattığı kaliteli anlar için teşekkür ediyorum.Umarım başka bir vücutta form bulurlar.
Merak edeler için derginin kapanma gerekçesi;
Doğuş İletişim tarafından Mart 2006 tarihinden beri yayınlanmakta olan dünyanın prestijli basketbol dergilerinin başında yer alan SLAM dergisi, Amerika’daki ana yayıncısının yayın periyodunda değişiklik yapmayı gerektiren yeni yayın düzeni nedeniyle Nisan 2009 ayı itibariyle, Türkiye’de yayın hayatına son vermek kararını aldı.
Slam Dergisi’nin lisans sahibi ve yayıncısı Primedia Specialty Group’un, A.B.D.’de Source Interlink adlı medya grubu tarafından satın alınmasını takiben, Slam dergisi, Source Interlink’in yayın politikasına uyum sağlamak amacıyla içerik yönetiminde farklı bir sisteme geçiş yaptı. Bu yeni sistem, Slam’in Türkiye edisyonunun güncel içerikle ay başlarında yayınlanmasını imkânsız kılmıştır. Doğuş Yayın Grubu bu yeni sistem ile, Slam dergisi okurlarının basketbol dünyasındaki güncel gelişmeleri takip etme ihtiyacına zamanında cevap veremeyeceği nedeniyle Slam dergisinin yayın hayatına son vermeyi uygun bulmuştur. Derginin yayın hayatına son verilme sebebinin mevcut global krizle herhangi bir ilgisi yoktur.
14 Nisan 2009 Salı
Kim elendi?
Blog'a aylar sonra dönüş yapmak için böyle bir maçın arşivime kazınması gerekiyordu sanırım.
Chelsea,Liverpool'u eledi elemesine ,fakat bu eşleşmenin bana göre kaybedeni yok.Liverpool bu sezonki sansasyonel Manchester ve Madrid zaferlerinin ardından,2 final 1 şampiyonluk sığdırdığı yıllara rağmen gizli favori olarak takıldığı şampiyonlar liginde Roma biletinin en büyük favorilerinden biri haline gelmişti.Anfield Road'daki 3-1'lik skor Chelsea için kusursuz bir avantajdı fakat karşı takım Liverpool olunca kimse tamamen emin değildi Londra'da turun geleceğinden,son dakikalarda Lampard'ın golünden sonra bile "Aga Liverpool 2 tane daha çakar mı?" diyenimiz çoktu.
Gerrard olsa maçın kaderi ne olurdu bilinmez,kuşkusuz Liverpool skor dezavantajına rağmen daha kontrollü oynardı.Fakat evinde yenilgi bilmeyen bir Chelsea'ye karşı kontrollü olarak 2-3 farklı üstünlük kurmak için yetermiydi bu bilinmez.Çok zevkli bir maç izlediğimiz kesin,Sabri Ugan'ı bile özlediğim ise bariz bu spikerden sonra.
Söz Liverpool'dayken,geçtiğimiz günlerde Hillsborough faciasının 20. yılını geride bıraktık,bayrak adam Gerrard'ın kuzeninin bu faciada henüz 10 yaşındayken öldüğü öğrendim.Gerrard da belki çocukluğunda Everton yerine kırmızılılara gönül verseydi kuzeniyle kaşkolunu,bayrağını donanıp bu maça gidecekti.Seviyoruz seni Gerrard.
30 Kasım 2008 Pazar
Imperatore
D'Antoni ilginç koçtur , 94-97 arası Benetton'ı çalıştırdığı yılların sonuna yetişebildim,Denver macerasını ekipman yetersizliğine bağlayarak Phoenix yıllarını anımsıyorum.
Marbury'nin son saniye üçlüğü ile sondan girdikleri play-offlardaki anısı bol S.A Spurs galibiyeti dışında NBA'deki üst düzey mücadeleye günlüğü 20 ytl'den çalışan figüran misali uzak kalan Phoenix Suns,İtalyanın gelişi ile NBA'e ayrı bir soluk getirdi desek itirazı olan olur mu bilmiyorum.
O günlerde üniversitenin ilk yıllarını yaşıyorduk ve geceleri maç izlemek olmazsa olmazımızdı,Kosova ve Kaan abi de farketmiş olacaktır ki o günlerde NTV ve Nba Tv bol bol Phoenix maçı anlatmaktadır,izlerken tek kurabildiğimiz cümle "Aga bu takım yağ gibi akıyor" olmuştur.
Lakin yıllar yılı contender olacak takım bir türlü finale akamadı ve şampiyonluğu geçtim,NBA finali bile göremeden D'Antoni devrini kapattılar(Shaq pota altında saf meşe odunundan gömme dolap gibi durmayıp biraz eski günlerini hatırlarsa belki biraz arıza çıkarabilirler Lakers'a , yoksa isminde final geçen bir seviyeye gelmeleri artık çok zor ,keza ligin en az top kullanan 2. takımı ve savunmaları da hiç öyle uğruna hızlı hücumdan,istatistiklerden vazgeçilecek durumda değil).
D'Antoni şu günlerde,2010 hesapları yapmakta ve takımda kontratı bitmeye yakın malzemeci bile olsa Crawford gibi bir adamı gözü kapalı uğruna takas edebilecek olan Knicks camiası ile %50 galibiyet oranının üzerine çıkmış ve gayet "akan" bir basketbol oynatmakta.Eğer herhangi bir sistemde bir maçta David Lee 37 sayı atabiliyor,Duhon 22 asist yapabiliyor ise burdan İtalyanı selamlamak gerekir.
New York'un 2010 planlarını artık bilmeyen yok,fakat adamların niyeti bozduklarını düşünüyorum, son hamlelerden sonra ve hedeflerinin tek yıldız değil iki yıldız olduğunu düşünüyorum.Lebron James evinde şam fıstığı yiyerek bu haberlerle testis mi geçiyordur yoksa kafasına yatıyormudur bilemem ama New York'un Lebron'u Cavs gibi tepeye oynayan bir organizasyondan koparmak için elinde Chris Duhon veya Manhattan'dan daha iyi bir kozu olmalı.Bu isimde sanıyorumki bizim İtalyan.
p.s : Foto,D'Antoni'nin yeto yıllarında Olimpia Milano'daki oyunculuk günlerinden.
29 Ekim 2008 Çarşamba
Ağlama , beni de ağlatacaksın..
Sezon açılış maçı öncesi fiks seramoni yapıldı,şampiyon takım anons edildi,yüzükler parmaklarda yerini aldı,şampiyonluk flaması salona asıldı ve bir önceki sezonun 2 yarı-finalisti karşıya geldi.
Lebron ve arkadaşları Boston'ın tarih kokan salonundan bu coşkulu günde bir galibiyet koparır mıyız acaba diye düşünürken,ağlak kardeşimiz Pierce yine sahnedeydi ve geçen seneki Lebron düellosunda rövanşı vermedi.
Kulislerde geçen senenin aksine şampiyonluk favorisi ibresi biraz batı yakasına kaymış durumda,Boston'ın 3 yıldızının uzun vadeli olmayan bir "tek" şampiyonluk proje takımı olduğu da söylenmiyor değil.Sormak lazım başarının,zaferin kokusunu almış bu profesyonel yıldızlar bu sene hemen 2. plana atılmayı hakediyorlar mı?
Posey kaybı benchi zayıflatabilir ama Posey'nin abartıldığı kadar üstün bir parça olduğunu düşünmeyenlerdenim,bazı maç Powe bazı maç Tony bazı maç ise E.House bench katkısını yeterince verebilecek parçalar.Rondo'nun gelişimi de göz önüne alındığında seneye Pierce'ı tekrar gözü yaş görebiliriz.
Hatta sezon öncesi öngörüsü yapayım utanmadan;
Rondo-MIP
Pierce-Finals Mvp
22 Ekim 2008 Çarşamba
20 Ekim 2008 Pazartesi
19 Ekim 2008 Pazar
7 hafta : 2 puan
15 Ekim 2008 Çarşamba
Los capataces de Europa
Marca'nın Belçika galibiyeti manşeti...
"Avrupa'nın reisi" olarak adlandırmışlar milli gururlarını , haksız da sayılmazlar.Makine gibi işliyorlar , Avrupa futbolundaki özlenen İspanya yıllar sonra yakalanmış durumda.Bunun Raul'suz bir döneme gelmiş olması içimizi biraz burksa da şu an milli kalibrede en büyük kuşkusuz onlar.
Fakat başlıktaki Capataces'in Türkçe'de tam anlamı Jüri başkanı,heyet başkanı veya reis gibi bir anlam taşıyor.Burda Platini ve Fransız lobisine güzel bir gönderme var.
Sen misin Atletico Madrid'in sahasını kapatan?
Bu arada 2 maçlık saha cezası ertelenmiş durumda , en azından Liverpool maçı Calderon'da oynanacak.Bürokratik olarak Torres'in kanatlandığı yuvasına dönmesi için engel yok gibi gözüküyor Çarşamba günü.Tabi sakatlığı ciddi değil ise.Değilse de pornocu Heitinga işler gibi geliyor.
Estonya
Baltık ülkelerine anlam veremem , ne eski Sovyet esintileri taşırlar ne de komşuları İskandinav ülkeleri gibi renklidirler,biraz hüzünlenirim aslında onlar için. Alman işgalleri , Sovyet egemenlikleri derken en ufak Avrupa keşmekeşinde ilk soluk bu ülkelerde alınmıştır.Siyasi tarihleri gibi sporda da aynı dertten yanarlar...Litvanya'ya basketboldan kredi tanıdım, şimdi gelmiş geçmiş en klas 10 Avrupalı basketbolcuyu say deseler yarısının kütüğünde Litvanya yazar ,hadi buna büyük abisi diyelim Baltığın, Letonya desek Avrupa şampiyonasına bile yükseldi bizim sırtımıza basarak ,bu da küçük enişte desek...Ama Estonya nedir ya? Hani son torbadan Andorra veya Lüksemburg gibi takımlar varken çekmesek olurdu da bir tane yarım yıldızlarını gösterin futbola sundukları , cm'den falan bile olsa olur Tsigalko tarzı.
Resim de Sovyet egemenliğinden önceki ilk Estonya milli takımının plaj hatırası...Gurur duyuyorlardır bugün sanırım.
Resim de Sovyet egemenliğinden önceki ilk Estonya milli takımının plaj hatırası...Gurur duyuyorlardır bugün sanırım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)